Sosyal ve Geleneksel Medya gerçekleri

Sosyal ve Geleneksel Medya gerçekleri burada

Merhaba sevgili dinleyicilerim ve okuyucularım,

Bugün sizlere, yıllar içerisinde sosyal medya ve geleneksel medya hakkında derlediğim kendi tecrübelerimi aktaracağım.

Bizim, geleneksel medya dediğimiz ulusal televizyon ve radyolar vasıtasıyla tüm ülkece tanınma ve bilinme şansımız hiçbir zaman olmadı. Bu konuya ileriki paragraflarda değineceğim.

25 senelik müzik hayatımda birçok kaliteli müzikal toplulukta bulundum, solo çalışmalar da yaptım. Örneğin Knighterrant ile dünyaca ünlü bir festivale (Wacken Open Air) katılan (hatta açılış grubu olan) ilk Türk metal grubu olduk, otuz bin kişi alkışladı, Türkiye’de doğru dürüst kimsenin haberi olmadı, haberi de yapılmadı. Almora ile 4 albüm yaptık, yurt dışında hala yurt içinden daha fazla tanınıyor. Konserlerimize de hep bir avuç insan geldi. Çünkü kimsenin doğru dürüst haberi bile yoktu, geleneksel medyaya tam olarak asla ulaşamadık. (Detaylar birazdan)

Üreten insanlar olarak, eserlerimizi toplumla paylaşabilmek için geriye sadece sosyal medya kalıyordu, yada müziği bırakıp dükkan falan açacaktık 🙂 (Öyle yapmadık tabi)

Sosyal Medyanın yaygınlaşması

Biliyorsunuz, 2000’lerin ortalarında internet iyice yaygınlaştı ve zamanla hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu. Daha sonra öncülüğünü facebook ve youtube’un yaptığı sosyal medya platformları hayatlarımıza girdi.

İlkokul arkadaşlarımızı bulmamızı sağladığı için heyecanlandığımız Facebook’un ilk zamanlarını hatırlıyorsunuz değil mi? Ya da normalde asla ulaşamayacağınız ya da farkında bile olmayacağınız önemli bilgiler içeren videoları ekranlarınıza getiren, bizleri televizyon mecburiyetinden kurtaran youtube’un ilk zamanlarını? Hatta o zamanlardan bir slogan hatırlıyorum ”Herkes Bir günlüğüne ünlü olacak”. Vaat de güzeldi.

Arkalarından zamanında sadece fotoğraf paylaşmak için ortaya çıkan ama günümüzde amacından sapmış instagram geliyor. Ve bunların devamı çorap söküğü gibi gelmeye de devam ediyor.

Öncelikle belirtmek isterim ki, sosyal medyaya karşı değilim. Tepkili olduğum nokta, bu platformların zaman içerisinde tekelleşerek kullanıcılara sunduğu fırsat eşitliği ilkesini ortadan kaldırmış olmalarıdır. Bizlere açıkçası ya çöp içerik üretin populist olun ya da dükkanı kapatın diyorlar. Peki, bunu nasıl yapıyorlar?

25 senelik müzik hayatımın özellikle son 12 senesinde (önceki geleneksel medyaya ulaşamama tecrübelerinden dolayı) eserlerimi tanıtabilmek için sosyal medya kullanmaya mecburdum. Çünkü geleneksel medya dediğimiz televizyon ve radyolarda yer alabilmek için ya hatırlı dostlarınız olmalı ya da menajer aracılığı ile sağlam paralar ödemelisiniz. İlk 10’da yer alan kanallara çıkabilmek için ise çok daha büyük paralar dönmekte.

Birkaç deneyim daha

Sene 2013, Kuvars ile ilk albümümüzü hazırladık. Tabi sponsor falan yok. Önceki albümleri nasıl cebimizden karşıladıysak bunu da öyle karşıladık. Albüm çıktıktan sonra klibin iyi kanallarda yer alabilmesi için isim olmuş yönetmenlerle çalışmak gerektiğini öğrendik. Menajere ve radyo PR’ına da para verdik ve tam bu zamanlarda işleyişin nasıl olduğunu gözlemleme şansım oldu.

Örneğin, büyük bir firma sizin prodüksiyon için 100 bin dolar para lazım demişti. Neden bize sponsor olsun ki? Ya da biz bu parayı nasıl verelim. Zaten verebilsek şimdiye herkes bizi tanıyor olurdu.

Kurgu şöyle işliyordu.. Sizin hakkınızda ekşi sözlük gibi platformlara sayfalar dolusu entry giriyorlar. Videolarınızı youtube’da birkaç milyondan başlatıyorlar. Büyük gazetelerde haberiniz yapılıyor. Büyük radyo ve televizyonlar sizinle kısa canlı bağlantılar yapıyorlar. Birkaç programa çağrılıyorsunuz. Birçok festivale önden adınız yazılıyor. Daha sonra daha ünlü bir sanatçı ile düet yapıyorsunuz gibi olaylar gelişebiliyor.

Kısacası prodüksiyon ile halkın büyük ilgisi varmış gibi bir manipülasyon yapılıyor. Algı yönetimi yapılarak sürü psikolojisi ile kitlelerin peşinizden sürüklenmesi hedefleniyor. (Bu yöntem bu arada sadece müzik sektörü için de geçerli değil) Çevrenizde gördüğünüz hemen hemen çoğu ünlü yeni şarkıcı (bence ürün) aynı yöntemle ekranlarınıza getiriliyor. Her platformdan zihninize öyle bir bombardıman yapılıyor ki asla kaçamıyorsunuz.

Eğer bu büyük tutarları ödemezseniz geriye elinizde sadece sosyal medya kalıyor ve kendi göbeğinizi kendinizin kesmesi gerekiyor. Bunu da tabi ki facebook, youtube ve instagram sponsorlu reklamlarıyla yapabiliyorsunuz.

Sene 2015, Saklı Kalmış Müzisyenler Projesi’ne başladım. Tabi maliyetler yine cepten karşılanıyor. Yedi parçadan oluşan özene bezene hazırladığım bu seriye, 50’den fazla müzisyen arkadaşım ya  enstrümanları ya da sesleri ile iştirak ettiler. Sound olarak gayet başarılı iş çıkarmış ve tüm parçaları kliplendirmiş olmamıza rağmen yeterli ilgiyi görmedik.

Doğa İçin Çal’ın ve benzer diğer projelerin onda biri bile izlenmedik. Sebebini yukarıda anlattım sanıyorum. Yine prodüksiyon yoktu. Cepten verdiğimiz reklamlarla ancak çok sınırlı sayıda insana ulaşabildik.

Sene 2020, Mucize albümü. Süreç yine aynı arkadaşlar. Albümü cepten yap, reklamı cepten ver. Yine kısıtlı bir kitleye ancak ulaşsın.

Şimdi konuyu biraz farklılaştıralım. Sıkılıp işaret parmağınızla yazımı da yukarı kaydırmayın 🙂

Biliyorsunuz benim ortalama sayıda takipçili sosyal medya hesaplarım var. Özellikle youtubeda otuz bin aboneden fazla bir kanala sahip olmama rağmen, yüklediğim videolar çok az kişiye gösteriliyor. Instagram bu kadar acımasız değil ama o da yaklaşık olarak benzer durumda. Haliyle videolarımızı artık kendi takipçilerimize bile gösterebilmek için reklam vererek cebimizden harcama yapmamız isteniyor. Örneğin, aynı parçayı sizden daha kötü coverlamış birilerinin milyonlarca izlenmeye nasıl sahip olabildiğini umarım artık anlamışsınızdır. Because she is the chosen.. pardon produced one 🙂

Tekelleşme dediğimiz durum tam olarak budur. Geldiğimiz noktada büyük kanallar daha da büyütülmekte, küçük kanallar ise yok edilmektedir. Kısacası paranız yoksa artık hiçbir şekilde kendimizi dünyaya tanıtamayacağımız rezalet günlere gelmiş bulunmaktayız.

En acı veren durum ise, insanların paylaştıklarınıza genellikle 5 saniyeden fazla katlanamayıp yeni videoya geçmeleri. Aylarca emek verip oluşturduğunuz eserleri zaten insanlara duyuramıyorsunuz. Duyurduğunuzda da çoğu umursamıyor, en fazla bir like’tan ibaret oluyorsunuz. CD’nizi alıp zaten konsere de gelmiyor bir çoğu. Sonra ah o grup dağılmasaydı keşke… 🙂

Ayrıca, günümüzde amuda kalkan köpek, anıran eşek gibi sıra dışı videolara daha fazla rağbet eden bir kitle var artık. Bizler kedi, köpek, kuş vb. videoları ile de rekabet edemeyiz. Zaten normalde etmemeliyiz de.. Artık bunlar bile haberden sayılıyor.

Söyleyin şimdi bana. Sanatçı bu durumda neden üretmeye devam etsin? İddia ediyorum ki büyük bestekarlar şu an yaşasaydı bu ortamda müzik yapmazlardı. Ticaretle falan uğraşırlardı herhalde.

Günümüzde ısrarla Sanatla uğraşmaya çalışan sevgili arkadaşlarım, son sözüm sizlere..

İşiniz gerçekten çok ama çok zor.

Saygılarımla,

MFÖ - Güllerin İçinden
Müzik Kulağı, Ritm Kulağı ve Hafıza